23 Nisan 2014 Çarşamba

Petek Dinçöz, Can Tanrıyar ve Medyanın Dayanılmaz Cinsiyetçiliği

Misafir yazarımız Şehlem Sebik Petek Dinçöz ve Can Tanrıyar arasındaki "polemiğe" ilişkin Beyaz TV özelinde canlı yayın saçmalamalarını masaya yatırıyor. Şiddet, tehdit, "Arayıp bağlayım"lar ve "Görmüş olabilirim"ler... Buyrunuz. 




 










Petek Dinçöz, Can Tanrıyar ve Medyanın Dayanılmaz Cinsiyetçiliği


Efenim doktora yeterliliğim var, eve kapandım harıl harıl yeterlilik çalışıyorum. Ders çalışmanın en güzel yanlarından biri kahvaltı esnasında izlediğiniz kaçamak televizyon programları. İletişim fakültesinden mezun olmuş biri olarak, Neil Postman’ın “Öldüren Eğlence Televizyon” adlı baş ucu kitabını okuduğumdan beri televizyon izlemediğimi itiraf etmek istiyorum. Fakat genellikle yapmam gereken bir şey varsa, özellikle böyle önemli bir sınav,  oyalanmak için TV zaplamak en büyük zevklerimden biri. İşte bu zaplarım arasında Petek Dinçöz’e rastladım.  Sabah magazin programlarından biri. (BEYAZ TV, Söylemezsem Olmaz isimli program) 3 kadın 1 erkek, ama programın dili tamamen erkek. 4 kişi bir yerde oturmuş, birbirlerine daha yakın, Petek sorgu masasında gibi tek başına. Beden dilinden kendini anlatmak için çırpındığı ortada. Yaşadığı şiddet dolu günleri eli titreyerek, önünde söyleyeceklerini not aldığı kağıda bakarak anlatmaya çalışıyor. İlk duyduğum şey “bana şiddet uyguladı, beni öldürmekle tehdit etti” sözü. Bunun üzerine program sunucularından biri (Oya Aydoğan) “ama buraya o seni getirdi, o seni yarattı” diye karşılık veriyor. Bu cevap üzerine cidden çok şaşırıyorum. Bir kadın ölümle tehdit edildiğini söylüyor, ona karşılık olarak sunucu “..ama o seni yarattı” diyor. Bu ne demek? Program devam ediyor.. “.. abla sen de gördün,  senin önünde bana tekme attı..” … “.. ee şey , görmüş olabilirim” şaşkınlığım daha da katmerleniyor. “Görmüş olabilirim” ne demek?




Pek çok şiddet mağduru kendilerine inanılmayacağını düşünerek evlerini terk edemiyor. Bunların yanında erkekler tarafından uygulanan şiddetin cezasız kalacağını düşünerek, korkarak yaşıyorlar. İzlediğim programda da Petek Dinçöz de bu kadınlardan biri. “Beni kimse anlamayacak”, “Yalnız kalacağım”, “Sana kimse inanmaz dedi” diyerek, uğradığı şiddetin yoğunluğunu ortaya koyarken, sunucular “ama sen de…” diye başlayan cümlelerle sanki yaşadığı şiddetin faturasını Petek Dinçöz’e çıkarıyor.




Kadına yönelik şiddet son yıllarda bildiğiniz gibi oldukça arttı. Sadece bu yıl resmi verilere göre 28 bin kadın, şiddete maruz kaldı. Hemen hemen her gün kadına yönelik taciz, tecavüz, şiddet haberleri medyada yer alıyor. Tecavüzcüleri serbest bırakılan, hakkında yakalama kararı olmasına rağmen bir türlü yakalanamayan erkekler var bu ülkede. Tecavüz ve taciz vakaları medyada yer alırken hem sıradanlaştırılıyor hem de haberin verilişleri ile sanki tecavüz vakası değil de erotik bir hikaye anlatılıyor. Petek Dinçöz’e geri dönecek olursak, bu haberlerle programın benzeşen yerleri neler? Bir defa programda Petek Dinçöz’ün şiddet mağduru bir kadın olduğu hep göz ardı edilerek kadına zamanında neden tepki vermedin? Neden konuşmadın?  gibi toplumumuzca çok normal sayılan, şiddet gören kadını suçlamaya yönelik, yargılayıcı cümleler, zaman aşımı gibi bilindik şiddet mağdurlarını sindirmeye çalışılan ifadeler kullanıldı. Bunun yanında Petek Dinçöz’e eski sevgilisini canlı yayına bağlamayacaklarına söz vermelerine rağmen, reyting uğruna, ben gazeteciyim diye Can Tanrıyar’ı telefonla programa bağlama baskısı yapıldı. Yani gazeteciyim diye psikolojik, fiziksel ve ekonomik  şiddete uğramış bir kadını şiddeti bizzat uygulayan kişiyle cevap hakkı doğdu diye bağlamaları hiç etik değil. Gazetecilik ilk önce haberini yaptığın kişinin haklarını korumak, özellikle bir söz verdiysen sözünde durmaktır. Kadın programı sonuçta terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle cinsiyetçi medya iki yıldır kendisi hakkında karalama kampanyası başlatan, hakkında sürekli medyada konuşan adamı söz hakkı diye, kadının sözünü keserek, şiddeti uygulayan erkeği desteklediğini gösterdi! Bir izleyen olarak benim sinirim bozuldu, diğer bağladıkları insanları izleyemedim, kadının psikolojisini düşünemiyorum. 





Bütün bunlar üzerine bugün Can Tanrıyar’ın Aile Mahkemesi’nden koruma talep ettiği haberini okudum. Zaten en mantıklısı da Aile Mahkemesi’nin kadını ölümle tehdit eden bir adama kadından korunma kararı vermesi.  Petek Dinçöz’e geçmiş olsun diyorum.


Şehlem Sebik

22 Nisan 2014 Salı

Nefret Cinayetlerinin Bir Diğer Faili; Anaakım Medya

Misafir yazar Gizem Aslan
 


 
Dün gece Tarlabaşı'nda bir trans kadının öldürüldüğünü öğrendik gazete ve internet sayfalarından. Adını sayamayacağımız ve hasır altına sürülmüş nice trans kadın cinayeti arasında medyaya düşenlerden biri oldu Çağla Joker'in ölümü.* Çağla Joker'in trans bir birey olduğu ve seks işçiliği yaptığı için erkek elince öldürülmesi gerçeğini; Sabah, Vatan, Hürriyet, Milliyet, Oda TV gibi gazete ve internet sayfaları da haberleştirdi. Artık ana akım medyanın da trans cinayetini haberleştirmesi, LGBTİ hareketinin verdiği mücadelenin bir sonucu olsa da bu haberlerin aktarımı da bunu gündeme almaları kadar önemli.

Bu saydığım gazete ve internet sayfalarının bu konuya duruşu ortak ve maalesef gayet transfobik ve heteronormatif bir yerden geliyor.

Bir trans cinayeti haberini “Travesti cinayeti” hatta “Beyoğlu'nda bir cinayet işlendi!” diye vermek, trans kimliğini ve bir cinsiyet kimliği gerçeğini yok saymak demektir; trans kadınlara erkek, polis ve devlet elince yapılan bu şiddeti meşrulaştırmak ve haklı göstermekten öteye de gitmez. Trans kimliği, bir kişinin hissettiği ve performe ettiği kimliğe sahip olması için illa tıbbi bir operasyon geçirmesi gerekliliği gibi kalıplaşmış transfobik yargının meşruluğuyla mücadele etmek üzere LGBTİ örgüt ve mücadelesinin gündemine girmiştir. Bu haberi, kişiyi travesti; yaşanan cinayeti de “travesti cinayeti” olarak gündeme taşımak bu mücadeleyi ve bu politik kimliği yok saymak demektir; bu da medyanın, bu cinayeti işleyen erkekten, bu cinayete kılıf uyduran ve bunu gerekçelendiren erkek tahakküm, transfobik ve heteronormatif zihniyetten farklı bir yerde durmadığını; aksine transfobik ve erkek egemenliğine taraf bir duruş sergilediğini görürüz.

Hürriyet'in yaptığı haber başlığı “Beyoğlu'ndaki cinayette bir kişi öldü” ise olayın politikliğini tamamen yadsıyan bir yerden gidiyor. Yani aslında erkek medya da bu trans cinayetini haberleştirirken olayın faili gibi trans bireylere olan nefretini kusmuş oluyor. Bu bir nefret cinayeti; çünkü içinde yaşadığımız ataerkil, transfobik/homofobik ve heteronormatif toplum, kadınları, transları, eşcinselleri “öteki” kılarak belirlediği normun dışında olduğunu atfettiği için kadınlara ve lgbti bireylere şiddet uygular ve öldürür. Medya buna taraf oldukça da bu cinayetler meşruluğunu korumaya devam eder. Trans kimliği, cinsiyet kimliklerini yok sayıp bunun üzerinden haber üretmesinin sonu, işte nefretin ve şiddetin bu şekilde devam etmesine ortam hazırlar.

Ve tabii ki de bu “takma ad” saçmalığı... Yine bu saydığım gazete ve internet sayfalarının tümü, Çağla Joker'in güya “gerçek kimliği”ni ifşa etmeyi sorumluluğu olarak almış. Hem Çağla'nın hem de saldırıya uğrayan diğer trans kadınların, aileleri tarafından verilen isimlerini açıklamaktan minnet duyar bir pozisyondalar. Bu da aslında ikili cinsiyet sistemini meşrulaştıran ve bunun iktidarını sarsan cinsiyet kimliklerini kabul etmeyerek bunlara karşı nefret söylemleri yayan Türkiye medyasının gerçeğini gözler önüne seriyor. Bir kişinin kendi hissettiği ve seçtiği kimliği yok sayıp bu kimlikle hayatını sürdürdüğü ve sırf bu sebeple öldürüldüğü gerçeğini yadsımak, aslında eline silah ya da herhangi bir öldürücü aleti alıp transları öldürmekten daha farklı bir yere gitmiyor; aksine bu kırıma ve nefrete ortak koşmak demek oluyor. Trans kadınlar kimliklerinden ötürü, erkek tahakkümün ve transfobinin tehlikesi altında yaşamlarını sürdürüyorlar ama kuşkusuz seks işçiliği yapan trans kadınlar bunlar karşısında daha savunmasız bir pozisyona getiriliyorlar. Çünkü sokakta çalışmak durumunda kalan trans kadınlar, erkek müşterilerinin şiddetine maruz bırakılıyorlar. Ya da transfobik ve erkek devletin, kentsel dönüşüm sebebiyle transları, yaşadıkları yerden sürmesi de yine trans kadınları erkek ve transfobik şiddete açık hale getiriyor. 90'lardan beri medyada seks işçiliği yapan trans kadınların temsili ve Ülker sokağı gerçeğine baktığımızda, günümüz Türkiye medyasının, 90'lardaki zihniyetinden çok da kopamadığına şahit oluyoruz. Hiçbir şekilde erkek faili ya da LGBTİ aktivisti Ebru Kırancı'nın verdiği demeçte belirttiği gibi, her gece kapılarına dayanmasına rağmen o olaya müdahale etmek için hiçbir şey yapmayan polisi ifşa etmeye yönelik değil de öldürülen ve saldırıya uğrayan trans kadınları teşhir etme üzerinden giden medya ve habercilik anlayışı, hiçbir zaman bu nefret cinayetlerine ve şiddete dikkat çekmede başarılı bir katkı sunmamış olacaklardır.

Son olarak Milliyet'in trans cinayetine yönelik gerçekleştirilen protesto haberinde geçen “Fuhuş” söylemi de yine sorunlu ve aynı zihniyetin bir ürünü tabii ki. Seks işçiliği yapan trans kadınların seks işçiliği konusundaki talepleri belli: “Herkesin istediği işi yapabildiği bir hayat garanti edilmeli, seks işçiliği bir iş kolu olarak kabul edilmeli, trans seks işçilerine güvenli alan açılmalı ve LGBT bireylerin istihdamıyla ilgili iyileştirici uygulamalar yapılmalıdır.” Bu talebin yazıldığı haberin başlığı: “Fuhuş ile ilgili mevzuatlar değiştirilmelidir”diye atıldığı anda, bu haber nezninde bu taleplerin hiçbir geçerliliği olmadığını anlamış oluruz. Çünkü bunun ismi fuhuş değil, seks işçiliğidir. Bunu fuhuş olarak lanse edip baskın yapan ya da seks işçiliği yapan kadınlara şiddet uygulayan devlet ve polisin kendisi zaten. Fakat seks işçiliği derken; gayet yasalarda geçmesi gereken, güvenliğinin devlet elince alınması gereken bir iş kolundan bahsediyoruz. Bknz. Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri Sendikası. Durum böyle olunca da yine trans kadınları hedef alan bir düşünceden hareketle yapılan haber, bu protestoyu da aynı zihniyetle ele alıp değerlendirmiş olur.

Transgender Europe verilerine göre; 2013 yılında 238 trans birey öldürülmüş. Avrupa'da en çok trans cinayetinin işlendiği ülke olan Türkiye'de de 2013'te 5 trans birey öldürülmüş. Öldürülen trans kadınların % 75'inin seks işçisi olduğunu da gözönünde bulundurursak medyaya gerçekten bu konuda önemli görevler düşüyor. Manşete atılan her transfobik ve cinsiyetçi başlık, edilen kelam; bu nefret cinayetlerini teşvik etmeye yönelik bir adım oluyor.

 

*Bu akşam saat 8'de, Taksim Galatasaray Lisesi'nin önünde anma ve bir basın açıklaması yapılacak.


Alıntılanan haberlere göz atmak isterseniz:
 


 
http://www.milliyet.com.tr/beyoglu-nda-travesti-cinayeti/gundem/detay/1870795/default.htm





 



 

"Şuh bakışlar, kırmızı ruj, yüksek topuklar, yatak, çoluk-çocuk, sex"

"Seksi Devrimci" "Sarışın Devrimci" "Çakma Sarışın Çakma Devrimci" başlıklarıyla ENSONHABER.com gönlümüzde taht kurdu.

Bir de bakıp görüyoruz ki sitenin sahipleri bütün bu nefret söylemi ve kadın düşmanı dilin yanında bilfiil kadınlar üzerinden para kazanmaya çalışıyorlar ve de kazanıyorlar.  Dün de yazdığımız gibi Ensonhaber.com'un sahiplerinin aynı zamanda üzerinden para kazandıkları bir de "Kadın ve Kadın" adlı bir de lady-mag internet siteleri var.

Sayfaları bir ton diyet, kişisel bakım, çocuk bakımı, "nasıl daha seksi olursunuz" vs çer çöp reklam/haberlerle dolu.

Kadınların politik hak arama mücadelesini, güzellik arayışlarıyla birlikte yererek bir taşla iki kuş vuracağını düşünen ahlakçı ve cadı avcısı dil -kapitalizmin tanrıları kulaklarına her ne fısıldıyorsa artık- arka kapıdan tekrar cinsiyetçi güzellik anlayışıyla flört etmeye devam ediyor.

Twitter sayfasındaki tanıtımlarına bir bakın:




...şimdi bir de bunlara reklam verenlerin peşine düşsek mi, ne dersiniz?




21 Nisan 2014 Pazartesi

ENSONHABER.com'dan "En Seksi Devrimci" haberi

Şuna bir bakın, ENSONHABER.COM icraatı:




Yeni gözdemiz sensin ensonhaber.com! Tebrikler!

Dün Taksim'de 1 Mayıs Tertip Komitesi’nin çağrısı ile yapılan eyleme polis saldırdı. ensonhaber.com isimli muhterem haber sitesi haberi “En seksi devrimci, 1 Mayıs’ta Taksim’i nasıl yakıp yıkarız” spotuyla verdi. Sonrasında da, gelen tepkilerden ve mahrum kalacakları reklam gelirlerinden korkmuş olacaklar ki, birkaç kez başlığı düzeltmek zorunda kaldılar.

"EN SEKSİ DEVRİMCİ" başlığı sırasıyla, "SARIŞIN DEVRİMCİ DE GÖRDÜK" oldu önce. Sonra da en son "ÇAKMA SARIŞIN, ÇAKMA DEVRİMCİ"de karar kılındı.

Cinsiyetçiden öte doğrudan kadın düşmanı dememiz lazım sanırım. Çünkü belli bir kadınlık rolünün empoze edilmesinden ziyade doğrudan kadına yönelik bir nefret söylemi, varlığına yönelik bir sinizm daveti bu. Okurlara bir çağrı, "sarışın" kadından - ne demekse- nefret etmeleri yönünde yapılan bir çağrı bu.

Siz ya bizi aptal sanıyorsunuz, ya da henüz karşınızdaki insanların toplumsal gücünden haberiniz yok! Sosyal adalet diye birşey varsa, siz de işlediğiniz bu nefret suçunun hesabını verirsiniz elbet.

Ama hemen sinirlenmeyelim değil mi? Hemen aynı sayfada bildiğimiz cinsiyetçiliğe de geri dönmüşler. Politik eylem içinde hakkını arayan kadına hem bir "yüzeyselsin, o saç baş ne öyle" çekiliyor, hem de hemen aynı sayfada "bilmemne ürünümüzü denediniz mi?".

Şuna bir bakın, haberin içindeki reklama bakın bir de. Utanmadan bir de bundan para kazanacaklar, ve yine kadınlar üzerinden! Hem bir yandan kadın düşmanlığı, nefret söylemi, hem de bir yandan bilmem kaç kilo vermeye hazır mısınız utanmazlığı?






Ve bir de buna bakın:
Ensonhaber.com'un içinde Kadın ve Kadın isimli bir sayfa var (kadinvekadin.net). Aynı gruba aitler ve birbirleriyle doğrudan link paylaşıyorlar. Yine kadınlar üzerinden para kazanma sayfası. Buna karşı da birşeyler yapılabilir sanırım. Önerilere açığız.





 

16 Nisan 2014 Çarşamba

Bizler ne Teknoloji Aletiyiz ne de Külkedisi!

Hep biz yazacak değiliz ya. Misafir yazarımız Gizem Aslan'ın Teknosa reklamını ele aldığı yazısına kulak verin. Hemen öncesinde reklama bir bakalım isterseniz, tıklayınız:



http://www.izlesene.com/video/teknosa-anneler-gunu-reklam-filmi-son-teknoloji-anneler/6941712



Bizler ne Teknoloji Aletiyiz ne de Külkedisi!


Anneler gününün yaklaştığı şu günlerde, bir reklam dolandı sosyal medyada. Aslında bu geçen senenin reklamı, en azından ben öyle tahmin ediyorum. Teknosa’nın Son Teknoloji Anneler temalı Anneler günü reklamından bahsediyorum. Tüm tekdüze kalıplarla işlenmiş, “erkek” çocuğunun dizinde pervane, ona ‘hizmet etmek’ için teknoloji ürünleri kalitesinde (!) varını yoğunu oğlunun huzuruna seren, anne olmasından başka bir kimliğinin olmadığı, kadınların ücretsiz ev işi gücünün son teknoloji kalitesi güzellemesiyle kotarıldığı bu ‘kadın’ temsili; erkek tahakkümü ve toplumsal cinsiyetin kadınların hayatlarını nasıl da çepe çevre sardığını, kapitalizmin ve reklam endüstrisinin bundan nasıl beslendiğini ve daha da vahimi; bunu bizim nasıl özümseyip de bu reklama ‘yaratıcı’ sıfatını koyduğumuzu göstermektedir. Yaratıcılıktan kastımızı, annelerin aslında ‘işe yaramaz’ ev işi güçlerine teknolojik özellikle eş değer biçmekse durum daha da sorunlu bir yere geliyor hiç kuşkusuz.
 

                Toplumun anne’ye olan bakışı, bu patriyarkal ve cinsiyetçi düzenin ne kadar iki yüzlü olduğunu gösteren yegâne örneklerden biri. Etnik kökenden, yaşadığımız şehre ya da ülkeye kadar belirli seviyelerde değişiklik gösterebilen erkeklerin kadınlara uyguladığı tahakküm, tabii ki aslında birbirinden farksız ama kadınları, farklı şekillerde erkek egemen sisteme karşı savunmasız durumda bırakan sömürü biçimleri olarak karşımıza çıksa da her kadının önüne set olarak çekilen bekâret ve evlilik kodları kadınların hayatını çalarken ‘Anne’ temsili, kadınları tanrıçasallaştıran ve yüceleştiren bir bakış açısına hizmet eder. Ailenin kutsallığından hareketle biçimlenen ‘Anne’ temsili, kadına ev içinde erkek elince görev ve sorumluluklar yükler. Ev temizliğinden çocuk bakımına, yemek yapmaktan kocasına ve çocuklarına hizmet etmeye varan türlü işlerle uğraşarak eve kapanan ve köle statüsüne indirgenen ‘Anne’, verdiği hizmet ve kendisini feda etmeyi göze alması sebebiyle toplumda yeri güvence altına alınır ve sağlamlaştırılır. Artık biz ne o kadının cinselliğinden, ne arzusundan ne de taleplerinden bahsederiz. Onun varı yoğu sevgili eşi ve çocuklarıdır. Bedeni, kendisini keşfetmeye ve bütünlüğünü sağlamaya yönelik bir kimlik olmaktan çıkarak kadını hiçleştiren ve köleleştiren bir üniformaya dönüşür.

 
 
                Reklam, erkek çocuğunun geç bir saatte gelmesiyle, tabii ki sabahtan akşama kadar evde olan ve sosyal hayatı söz konusu olmayan, çocuğunu beklerken uyuyakalan bir ‘anne’nin, çocuğu eve ayak bastığı anda uyanmasıyla başlar. Teknosa’nın bu cinsiyetçi icraatı, bu tek düze annelik temsillerini, bir ürünün teknolojik özelliklerine benzeterek zaten emrimize amade kullandığımız ‘mal’larımızla bir tutmuş olup ‘annelik’ statüsünün kadınları ataerkil toplum elince köleleştirmesini meşrulaştırmış olur. Tabii ki hayatımızda annelerimizle birebir yaşadığımız durumların, teknoloji diliyle resmedilmesi bize çok farklı ve sıra dışı geliyor. Bu yüzden annemize “Yemek ne zaman hazır olur?” diye sorduğumuzda annemizin anında lafı yapıştırarak “Pişince” diye cevap vermesinin ‘3MS Tepki Süresi’ ile tanıtılması ya da kendi eşyalarından ve ev düzeninden bir haber olan erkek çocuğunun arkasını toplamakla görevli annenin ‘Optik Zoom’ ya da ‘Sesli Navigasyon Sistemi’ özelliği sayesinde çocuğunun elini sıcak sudan soğuk suya sokmaması bize çok yaratıcı gibi görünüyor. Ama sorun şu ki; bu reklam toplumsal cinsiyetin ve cinsiyetçiliğin toplum mekanizmalarına ne denli işlediğinin göstergesidir. Ve bunu daha çok erkeklerin beğenip takdir etmesi tesadüf değildir.
 



Zaten dikkatinizi çekmek isterim; reklamdaki kişiler anne ve erkek çocuğu. Baba diye birisi yok zaten; büyük ihtimalle iştedir, anne evde yemek hazırlarken ya da anne çocuğunu beklerken baba ertesi gün işe gideceği için çoktan yatmıştır. Yani evde bir kadın, ‘hayalet’ kocasına ve erkek çocuğuna hizmet etmekle yükümlü bedensiz ve kimliksiz biri olarak gösteriliyor ve otonom bir birey değil,  “Anne” olarak tanımlanıyor. Çocuğunun erkek olması da tesadüf değil, çünkü bir anne, aynı zamanda potansiyel anne olan kızına ev işlerini öğretmekle mükelleftir. Bir kadın temsili olan anneyi eve kapatan, erkekleri de sokak ve özgürlükle özdeşleştiren bu düzenden çıkmış bir fikirle huzurumuza serilen ve annelere zaten feministlerin bilerek isyan ettiği ‘Köle’ sıfatını tekrar yakıştırmayı borç bilen bir reklam nasıl yaratıcı olabilir ve nasıl ‘olabilir’?

Külkedisi masalına çocukluğumuzdan beri inandırıldığımız için bu modern Külkedisi masalı bizleri rahatsız etmiyor. Fakat bu mutlu aile ve anne tablosunun ‘erkek’ gözünden ve hazından görülmesinin yanı sıra olayın bir de kadın bakışından yorumlanması var ki; tablo oradan o kadar da pespembe görülmüyor. Bu reklamda da, yaşadığımız patriyarkal kapitalist sistemde de gördüğümüz üzere kadınların emeğinin ve bedeninin sömürüldüğüne tanık oluyoruz. Kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliği sebebiyle güvencesiz ya da esnek güvenceli ve ücretsiz işlerde çalışmak zorunda kalması sebebiyle birçok ev işçisi kadının cam silerken ölmesi, iş kazası geçirip sakat kalması söz konusuyken olayın teknoloji aletleri gibi garanti kapsamında olmadığına şahit oluyoruz.

Kadın Emeği ve İstihdamı Girişimi’nin 2013 yılının Mayıs ayında yayınladığı “Türkiye’de Kadın Emeği ve İstihdamı Sorun Alanları ve Politika Önerileri II” başlıklı raporunda, son yıllarda görülen değişime ve mevcut sorunlara göz attığımızda şunu görüyoruz; TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) düzenlediği Hanehalkı İş gücü Anket verilerine göre, 2009-2012 yılları arasında kadın istihdamında yüzde 24.5’lik bir artış gerçekleşmiş durumda. Bu artış esas olan hizmetler (yüzde 32.7’si) sektöründeki istihdam artışından kaynaklanmış. Nitelik gerektirmeyen işlerde çalışan kadın sayısı aynı dönem yüzde 34.7 oranında artmış. Bu oranın kadın istihdamında gerçekleşen genel artış oranından yüksek olması kadınların daha çok niteliksiz işlerde istihdamının arttığı anlamına gelmektedir.

Bu raporda bize, erkek egemen dünyanın kadına layık gördüğü ve çeşitli güzellemelerle topluma kabul ettirdiği sistemde, kadınlarının kimliklerinin, cinselliğinin yok sayılıp emeğinin ve bedeninin sömürüldüğünü göstermektedir.

Böyle reklamlar her daim karşımıza çıkıyor ve maalesef ki; çıkmaya devam edecek. Çünkü reklam endüstrisi de toplumdan beslenen ve endüstri olarak da erkek alanı olduğu için bolca geleneksel kadın temsili malzemesiyle iş üreten bir sektör. Her daim ifşa etmek, kadın bakış açısıyla yazılar düzmek biz kadınların ve feministlerin boynunun borcu.

Teknosa’ya bu yazının dışında bir çift söz ve bir film projesiyle cevap vermek isterim:

Bana bak Teknosa! Bizler Külkedisi değiliz, teknoloji aleti de değiliz! Aile değil kadınız, feminist isyandayız! Bu böyle bilinsin!

Ev işçisi kadınların durumunu beyaz perdeye aktaran bir belgesel>> Külkedisi Değil, Ev İşçisiyiz:http://vimeo.com/90733664
 
 
 

Gizem Aslan

14 Nisan 2014 Pazartesi

Is Game of Thrones sexist? Hear it from Daenerys

Welcome to CinsoMedya - Sexist Media Watch Turkey. Enjoy.



 








 

 


CinsoMedya - Sexist Media Watch Turkey is a new project dedicated to cataloguing and exposing sexist material in Turkish media and helping others identify sexism when they see it. Just so it happens we decided to pick on Game of Thrones as it airs in Turkey too. This is the translation of the original Turkish version.  We thought English speaking audience may also find it interesting. Comments,  contributions and any other sorts of fresh ideas are always welcome in solidarity. After all, this is a sexist world we all live in, why not stay in contact.

Feel free to leave a comment below, or drop us an email to our following address:

cinsiyetcimedyatakip@gmail.com

Many thanks!

13 Nisan 2014 Pazar

Game of Thrones cinsiyetçi mi?

Game of Thrones hayranlarının hoşuna gideceğini düşündüğümüz bir çalışma hazırladık. İzlemeyenler de ilginç bulabilir. Buyrunuz:













10 Nisan 2014 Perşembe

Scarlett Johansson: "Bu zırvaları erkeklere sormuyorsunuz!"

RADİKAL.com.tr bu sefer doğru haberi, haberin doğru kısmını, spota taşımış. Takdir!

"Bu zırvaları erkeklere sormuyorsunuz" demiş Johannson.





Haberi alıntılayalım:

Geçen haftalarda hamile olduğu duyulan 29 yaşındaki Scarlett Johansson rol aldığı son sinema filmi ‘Kaptan Amerika: Kış Askeri’ vesilesiyle Glamour dergisinin mayıs sayısının kapağında. Fransız gazeteci Romain Dauriac ile nişanlı olan Hollywood yıldızı yakın zamanda evlenmeyi planladıklarını ama işleri akışına bıraktıklarını söyledi. “Hiçbir zaman tematik bir düğün istemedim, o tür şeylerle ilgilenmiyorum” diyen güzel oyuncu ilk evliliğini yaptığında çok genç olduğunu ama artık kendisini daha iyi tanıdığını ve bir ilişkiden ne beklediğini de bildiğini söyledi. Ayrıca direkt olarak söylemese de Fransa’ya taşınma planları da anne adayının gündeminde. Paris’i ve kentin moda anlayışını çok sevdiğini söyleyen Johansson, kendisi gibi ünlü oyunculara yöneltilen klişe soruların saçmalığından da dem vurdu: “ Kadın oyuncular sürekli ‘Nasıl seksi kalıyorsunuz?’ gibi saçma sorularla karşılaşıyor. Tüm bu zırvalıkları erkeklere sormuyorsunuz...”

RADİKAL Johannson'un medyayı tava koyan ifadesini gizlemek veya diğer bir sürü ıvır zıvırın arasında boğmak yerine destekler şekilde spota taşımış. Haberin sonunda "Hem bunları söylüyorsun Scarlett, hem de milyonlar kazanıyorsun, anlayalım ne iş?" gibi magazinel bel altı vuruşlar da yok. Haberin üstüne Johannson'un bikinili fotoğrafını yerleştirmek de yok. Temiz, cinsiyetçilik bulaşmamış habercilik örneği.

Bir sonraki saçmalamana kadar tebrikler RADİKAL.

9 Nisan 2014 Çarşamba

"Evli erkekle aşk cinayetle bitti!"

HÜRRİYET'ten insanın kanını donduran ahlaksızlıkta bir haber: "Evli Erkekle aşk cinayetle bitti" Sonunda "Oh olsun" demeyi unutmuşlar.

Şöyle buyurmuşlar.

"Bursa’da gönül ilişkisi bulunan 27 yaşındaki Emine E.’yi tabanca ile öldürdükten sonra gittiği babasının evinde başına ateş eden evli ve 4 çocuk babası, cezaevi infaz memuru 50 yaşındaki Doğan F., ağır yaralandı. Kısa süre önce emekli olmak için başvuran Doğan F., kaldırıldığı hastanede kurtarılamadı. Emine E. ve Doğan F.’nin cesetleri otopsi yapılmak üzere Bursa Adli Tıp Kurumu Morgu’na kaldırıldı."

Bir kadın öldürülmüş. Dehşetengiz bir olay. Ve siz spotu kadının "evli erkekle" "gönül ilişkisi"ne bağlıyorsunuz!

Sorsak "Halkımız bu tür haberler görmek istiyor" gibi birşey zırvalayacaklar. "Halkımız" kadın cinayetlerinde hedef saptırmanızı mı istiyor? Mazur gösterici haberler yapmanızı, bu şiddete ortak olmanızı mı istiyor? Bundan sonraki kadın cinayetlerinin altını mı yapmak istiyorsunuz?

Halen  cinsiyetçilik konusunda neden devlet su işlerine, ya da tapu kadastro müdürlüğüne değil de medyaya, bu merkezi görsellik fabrikasına, bu kadar yüklendiğimizi merak eden var mı? ....

Arşivimizde ibretlik bir numune olarak kalması için, üzerinden para kazanılan reklam halesiyle birlikte, "haber"i tüm ahlaksızlığıyla çerçevelenmiş şekliyle kayıtlarımıza alıyoruz:



8 Nisan 2014 Salı

Über deterjan reklamı: "ev hanımı" ve sultan kombinasyonu

ABC Yumuşatıcı reklamına cevaben twitter üzerinden bizi takip eden sevgili @cyphies Bingo reklamlarını da es geçmemek gerekir demiş.

Aradık ve ne bulduk: Hazal Kaya'lı 2012 Bingo deterjan reklamı.



Haber: Hazal Kaya, Bingo ile Sultan Rolünde

Haber sitesinden reklam-haber formatında verilen tanıtım yazısında şöyle diyor:

"Hazal Kaya'nın sultan kıyafetleriyle rol aldığı Bingo Saray Mutfağı reklam filmi ile Bingo, kadınları gerçekten anlayan marka olma stratejisini sürdürüyor.

 


 



Bingo'nun "Saray Mutfağı" konseptli Bingo Dynamic Bulaşık Deterjanı reklam filmi, Osmanlı Sarayı'nın otantik görüntüleri içinde, ünlü sanatçı Hazal Kaya'nın Sultan rolü ile gözleri kamaştırdığı eğlenceli ve heyecanlı sahnelerle dikkatleri üzerine çekiyor. Türkiye'nin gündeminde oldukça etkili olan dizilerin başarılı oyuncuları arasında yer alan Hazal Kaya yine annesi Ayşegül Kaya ile oynadığı "Bingo Zamane Anneleri ve Kızları 2" reklam filmi serisinin yeni filminde bir Osmanlı sultanı olarak karşımıza çıkıyor."
 
Hazal Kaya ve annesi Ayşegül Kaya'ya sonsuz saygılar. Reklamı kaleme alan ve yöneten ekibin de son derece modern ve özel hayatlarında  maçoluktan uzak erkeklerden müteşekkil olduğunu tahmin ediyorum. Lakin gel gör ki cinsiyetçilik maço olmamakla ortadan kalkmıyor. Kadın ve mutfak birlikteliğini "gözleri kamaştıran", "eğlenceli" ve "heyecanlı sahnelerle" tekrar dolaşıma sokmakla yeniden üretiliyor.
 
Günün sonunda reklamın genel konsepti hakkındaki yorumumuz şu oluyor:


7 Nisan 2014 Pazartesi

"Tarzına güveniyor musun?" güvenmemelisin. hiçbir zaman!

 
Bir de bu var.  Henüz seyretmediyseniz Bade İşçil'li Veet Ağda reklamı.



Yine bir tüy kıl sorunumuz var. Şöyle buyurur reklam yazarı:

"Biz kadınlar hissettiğimiz gibi giyinmek isteriz, ve tabi güzel görünmek. Güzellik de pürüssüz bir ciltle başlar. Veet ağda bantlarıyla benim cildim hep pürüzsüz. Ve modanın kapıları sonuna kadar açık."

Bade İşçil gardrobundaki kıyafetlerine bakıyor. Eşeliyor da eşeliyor. Ve neden sonra bacaklarının kıyafetleri taşımasına izin vermeyecek derecede "pürüzlü" olduğuna karar veriyor. Veet ağda kullanıyor ve akabinde bir anda gözle görülür bir özgüven patlaması yaşıyor. Pürüssüz bacaklarıyla giyebileceği kıyafetlerin sayısı bir anda sonsuza ulaşıyor. Gardrobu bir odaya dönüşüyor. "ve modanın kapıları" kendisine sonuna kadar açılıyor...

Gerisi malum:... hayran, heyecanlı ve smokinli erkeklerden oluşan bir basın ordusunun karşısında verilen sayısız güç timsali pozlar.

Bu reklamı dikkatimize getiren takipçimiz, ABC Yumuşatıcı reklamını da dikkatimize getiren sevgili Büşra Eser şöyle diyor:

"[Temizlik delisi ev hanımı reklamıyla] bu reklamın içerikleri benzer diye düşünüyorum. O kadar ki tv'de bile arka arkaya gösteriyorlar. :) Bunda da yine bi kadın tanımı var "iyi, güzel kadın nasıl olunur" bu söyleniyor. İki reklamda da ne anlatıyorsa önce bi kadın olmak böyledir, bunu gerektirir deniyor, sonra da  [reklamın ana kişisi] 'ben de bunu yapıyorum' diye [bu mesajın] altını çiziyor."

Doğru tespit. Her iki reklamın kadın tipi de cinsiyetçi klişeler. Her ikisi de kadınların zorunlu görevlerine işaret eden ve kadınları insan-altı / insan-dışı imgelerle resmeden görsel mitolojimize ait asli hikayeler.

Son bir nokta. Reklamın isminin "Tarzına Güveniyor Musun?" olmasına kaç puan?  Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Oysa pektabi, bu güven vurgusu tamamiyle bir alegoriden ibaret. Kadınların tarzlarına güvenmelerini değil, aksine güvenmemelerini, sürekli olarak dış görünüşleri hakkında kendilerini yetersiz ve tedirgin hissetmelerini öğütleyen cinsiyetçi güzellik anlayışı sadece bu.  Kendinizi ne kadar tedirgin ve yetersiz hissederseniz toplumun cinsiyetçi kontrolüne başkaldırmanız o kadar zor, sıradışı ve kafayı yemiş bir seçenek olarak görünmeye başlar. Hiçbir kadın kafayı yemiş görünmek istemez değil mi?

O halde Veet ağda reklamını tam mesajlarıyla ama aşıladığı mutluluk hissini de aynen koruyarak özetleyelim:




5 Nisan 2014 Cumartesi

Bir bitmedin ABC yumuşatıcı!

Yılların eskitemediği cinsiyetçi ABC deterjan reklamlarına Binnur Kaya'lı bir yenisi eklendi. "Ev hanımları" müşteri grubunu hedefleyen bu reklamlar hijyenden kafayı yemiş, yarı deli, tek boyutlu ev hanımı tiplemeleriyle bıkmadan usanmadan bize merhaba diyor. Binnur Kaya'nın rolünü icra ederken içinin kan ağladığını tahmin ediyorum, zira kendisine bir de Bihter Temiz ismi münasip görülmüş.

İzlemek isteyenler bu bağlantıdan bakabilir. Bir bitmedin ABC yumuşatıcı diyor, yorumumuzu aşağıda sunuyoruz.


Reklamı dikkatimize getiren Büşra Eser başka bir tespitte daha bulunmuş:
 
"Tüm temizlik işleri ve bunları anlamak üzerinden gene nasıl "iyi kadın" "iyi ev hanımı" olacağımızı söylüyor bize. Kadın olmak tüm bunları yapmayı ve yapmamış gibi davranmayı ve de yapmamış gibi yapanlara da inanmamayı gerektiriyor sanki..." 
 
Gerçekten de öyle. Cinsiyetçilik kadınlar üzerinde sayısız mesaj ve beklentilerden oluşan bir ideoloji bombardımanı yaratıyor. Bu mesajların büyük bölümü de sürekli birbirleriyle çelişen, çatışan, kadınları sürekli diken üzerinde olmaya zorlayan türden. Temizlik ve ev işlerinin kadınların "fıtratlarından kaynaklanan" görevleri olduğu mesajı da aynen böyle. Kadınsanız hem temizliği sorgusuz üstlenmelisiniz. Hem de bunu hiç yapmıyormuş gibi yapmalısınız. Hayat devam ediyor ve her şey yolunda. Evet her şey yolunda...