27 Haziran 2014 Cuma
23 Haziran 2014 Pazartesi
Transfobik İslam mı?
Yeni bir köşe açıyoruz: RETRO. Bundan sonra eskilere gidip gözümüzden kaçtığı sanılan cinsiyetçi anları ziyaret ediyoruz. İlk ziyaretimiz 12 Ocak 2014, Bülent Ersoy'un başörtülü Kadir Gecesi performansı. Hatırlamayanınız var mı?
-Makyaj mı yapmış?
*Nasıl yapar,
kafasındaki “Başörtüsü”nden utanmıyor
mu?
- Kot pantolon mu
giymiş?
* Nasıl yapar,
kafasındaki “Başörtüsü”nden utanmıyor
mu?
- Sosyalist
devrimci miymiş?
*Nasıl olur,
kafasındaki “Başörtüsü”nden
utanmıyor mu?
-Bizimle aynı fikirde miymiş?
*Nasıl olur,
kafasındaki “Başörtüsü”nden utanmıyor
mu?
-Konsere mi gitmiş?
*Nasıl gider,
kafasındaki “Başörtüsü”nden utanmıyor
mu?
*Aaa, siz de mi
bizimle direniştesiniz?
+ “Siz” ?????!!!
Merhaba , Başörtülü kadının neler yapamayacağına ilişkin
güzide, her şeyi bilen toplumumuzdan bir iç konuşma yazdım size. Yabancı
değilsiniz değil mi? Bunları hatırlatmak istedim. Çünkü her şeyi bilen
toplumumuzun süüüüper insanları bir başka insanın inanç alanı hakkında fikir
üretmekte kendilerinin hakları olup olmadığını çok umursamıyorlar. İnsanların neyi yapıp yapamayacaklarına karar verme hakları var onların! Bunu da
hatırlatmak istedim çünkü halihazırda Başörtülü kadınların yaşadığı islamofobik
cinsiyetçiliği geçtiğimiz yıl bir trans kadının yaşadığını hatırladım. Üstünde
yazılan, çizilen, konuşulan, yüzbinlerce kez magazin programlarına konu edilen inançlı olduğunu her fırsatta dile getiren
trans kadının yaşadığı korkunç
transfobiyi hatırladım. Ve benim hatıralarımdaki korkunç transfobi sadece
anımsarken bile tüylerimi diken diken etti.
Hatırlayacaksınızdır, geçen yıl
Bülent Ersoy hanımefendi Jüri olarak katıldığı bir yarışma programının Kadir
Gecesi özel programına Başörtüsü takarak çıktı. Ve hem anaakım medya, hem
sosyal medya tarifi imkansız bir linç kampanyasına durdurak demeden başladı.
LGBTİ hareketin içinde bile her zaman saygın bir yerde görülmeyen bir
kadının hedef gösterilerek yaşadığı
transfobinin azmettiricisiydi o günden
sonra ana akım medya! Nefret cinayetlerinin azmettiriciliği ringinde
devletle paylaştığı köşesinde kendine
ayrılan yere konumlamıştı yine kendini.
LGBTİ bir bireyin inanç sahibi
olamayacağı üzerine o kadar çok yazıldı ki o günlerde. İnsan gözucuyla
baktığında bile damağında kekremsi bir tat kaldı. Öyle kekremsi öyle iğrenç bir
tat ki bu; ” Ya bu “şey” hepten kapanırsa?” çığlıkları
atıldı. Bir kadının içten duygu ifadesini göstermek için Kadir gecesi programına başını örterek katılması yüzünden yüzlerce kişi fetvalar
verdi. Nasıl olurdu ki? Tanrının verdiği bedeni ruhu kabul etmediyse bir kere,
Tanrı’ya şirk koşmuştu. O kadar çok Tanrı vardı ki o günlerde TV’de, internet
sitelerinde sorsanız sayısını bilemem. “Kulla Allah arasına kimse giremez” ne
kadar çabuk unutulmuştu, kul bir Trans kadın olunca?
İnanmak gibi son derece öznel
bir kavram bile her şeyi kendisine mülk
edinen heteronormatif yapıda başka bir cinsel yönelim tarafından benimsendiği
görünür olunca saldırıya uğradı. Bu saldırıların İslamcı olanları: “İnansaydı
böyle bir şey (!) yapmazdı. Allah’a şirk koşmazdı.” cümlesinin arkasında toplanırken, İslamofobik
olanları “ Başörtüsü takarak dini kullanıyor.” şiarına saplandı.
5. Trans Onur haftasını geride
bırakıp, çok yoğun gündemli 22. LGBTİ Onur haftasına girdiğimiz bugünlerde
Transfobinin eline geçen her fırsatta inandığını ifade eden bir kadının samimi
bulunmayan Başörtüsü takışına dahi müdahale edebildiğini , ünlü, maddi gücü
yerinde bir transa en azından bir süre hayatı zindan edebildiğini hatırlayınca
sokakta varoluş mücadelesini yıllardır hiç bırakmayan diğer Trans kadınların
yaşadıklarını/yaşayacaklarını bir anlığına tahayyül edebilmenizi istedim. Bu bağlamda yeniden haykırmak istedim. “Bülent
Ersoy’un taktığı Başörtüsüyüm.”
Çünkü transfobi bir
hastalık. Transfobi önlenebilir bir hastalık. Transfobi can alan bir hastalık.
Transfobi karşısında örgütlülükle canla başla mücadele edilmesi gereken bir
düşman. Eğer geçen haftayı kaçırdıysanız bile bu hafta sırf cinsel yönelimleri
sizinkilerden farklı olduğu için ötekileştiren, var olma mücadelesi içinde ömürler
geçiren insanları anlamak,destek olmak için Onur haftasına katılın.
Aspurçe Gizem Kılınç
11 Haziran 2014 Çarşamba
Asuman'ı rahat bırakın!
TAKVİM iğrençlikte kendisiyle yarışıyor. "Sekreter Asuman" sözü kesmedi, şimdi de "Fotoroman Asuman" ismine oynuyorlar. Tahmin ettiğimiz üzere hikaye çoktan bir cinayet haberi olmaktan çıktı, başka birşey, başka bir salya malzemesine doğru yol alıyor. Tam da medyadaki erkeklerin görmek isteyeceği kırmızı noktalı hikayeye.
Biz de sözümüzü söyleyelim o halde:
10 Haziran 2014 Salı
doçent ve sekreter meselesi
Konya Selçuk
Üniversitesi’ndeki cinayet haberi çok, ama çok berbat bir yöne doğru
ilerliyor. Katil ile maktülün aynı
kadına, -aynı ‘sekreter’e- aşık olmaları, polisin “Ahmet G. ve Asuman
S.’nin Konya merkezindeki bir otelde 20’den fazla buluştuğunu” tespit etmesi
gibi alakasız detaylar da eklenince pespaye ve apaçık bir cinayet eylemi dönüp
dolaşıp çok iyi bildiğimiz başka bir hikayeye, başka bir “bayrak” hadisesine, bir
“kötü kadın ve kurban erkekler” hikayesine, Akşam’ın ifadesiyle bir “Dallas
gibi üniversite” hikayesine dönüşüyor.
Medyanın
sürekli ‘sekreter Asuman S.’ olarak andığı Asuman S. gözyaşları içinde şunları söylüyor (T24'den):
İkisiyle de
kesinlikle ilişkim yok. Ahmet hocanın ilgi duyduğu doğru olabilir, babam
yaşında adam aramızda nasıl bir şey geçsin. Asla ve asla böyle bir şey yok.
Ahmet hocanın bu saplantısını daha önce ailemle de paylaşmıştım. Dekan Handan
hocam [c.m.: Ahmet Gülce’nin eşi] ters biri olduğu için işimden atılacağımdan
korkutuğumdan söyleyemedim. İki hocanın da zaman zaman sekreterliğini yapardım.
Ailece perişan olduk, adalete kendimi anlattım. Medya beni yargılıyor hem de
namusumla. 9 yıl önce üniversitede işe başladım. Kendi isteğimle 3 fakülte
değiştirdim. Evlendiğim için fakülte değiştirdim. 5 yıl önce mühendislik
fakültesine başladım. 30 Mayıs Cuma günü Turizm Fakültesi’ne görevlendirildiğim
söylendi. Gitmek istemiyordum. Ahmet hocaya bu durumu anlattım. Ahmet hoca da
bana ‘Handan hoca ile helalleşmeden gittiğin için sana çok kırgın. Git helallik
iste hallederiz’ dedi.
Buna rağmen T24
bununla yetinmiyor ve hemen katilin ve polisin versiyonuyla bizi bilgilendiriyor:
Prof.Dr. Ahmet
G.’nin cinayet işlenirken arkamdaydı, odayı üzerime kilitledi iddiaları üzerine
polis ekipleri, sekreter Asuman S.’yi de gözaltına aldı. Asuman S.’nin emniyetteki
ifadesinde, profesör Ahmet G. ile ilişkisini kabul ettiği, ancak öldürülen Doç.
Dr. Celalettin Özdemir ile ilişkisi olduğunu kabul etmediği öğrenildi. Sekreter
Asuman S. ayrıca, profesör Ahmet G.’nin cinayet anında arkasından odaya
geldiğini ve odanın kapısını kilitleyerek anahtarı içeriye attığı yönündeki
iddiaları ise kabul etmediği öğrenildi.
Ahmet G. ve
Asuman S. emniyetteki işlemlerin ardından adliyeye sevkedildi. Her iki şühpeli
de emniyetteki ifadelerini tekrarladı. Ahmet G. tutuklanırken, Asuman S. ise
adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. İfadelerden yola çıkan polis, Ahmet G.
ve Asuman S.’nin Konya merkezindeki bir otelde 20’den fazla buluştuğunu tespit
etti.
“ 20’den fazla
buluştuğu tespit edildi” ne demek? Polis neden bu bilginin peşinde? Medya neden
bizi bu detayla bilgilendirmek istiyor? Erkeğin yaptığı öküzlük neden kadının
dahil olmuş olabileceği birlikteliklerle ilişkilendiriliyor? Bu durum bize
kültürümüz hakkında ne söylüyor?
Haydi analiz:
Öncelikle bir
mesaj: Sevgili gururlu ve burnundan kıl aldırmayan “bağzı” değil “çoğu”
erkekler, şimdi anladınız mı mevzuyu? Şimdi anladınız mı kadınların nasıl hemen
her gün kendilerini bıçak sırtı durumlar içinde bulduklarını? Kadınlar tarafından
terslenmekten, kadınların alınganlığından, herşeyi “yanlış anlamalarından”
bıktığınızı söylüyorsunuz. Flört teklifinde bulunduğunuz veya sadece otobüste
yanında oturmuş bulunduğunuz kadınların suratsızlığından yakınıyorsunuz, sonra
da maço olmadığınız için “nice guy” ödülü bekliyorsunuz. “Ama tüm erkekler
psikopat değil ki” demeden önce kadınların kendilerini her an her gün içinde
buldukları korku-gerilim başyapıtı durumları lütfen bir zahmet anlamaya
çalışın.
Kadınlar
sürekli hayatlarında şu ya da bu derecede temas ettikleri erkeklerin manyakça
hareketler yapma ihtimaliyle yaşamak ve bunun kurumsal olarak desteklenmesi
tehlikesiyle yaşamak zorunda. Cinsiyetçi bir dünyanın pratiklerini ve en küçük
yanlış bir hareketin sonuçlarını her kadın tek kelime feminist teori okumadan hatmetmiş
olmak zorunda. En ufak bir dikkatsizlik kadınların gözü dönmüş Profesör Ahmet
Gülce’ler, otel otel gezen Konya polis memurları, Dallascı Akşam yazarları ve
çakma solcu T24 yazarlarıyla uğraşması demek.
Asuman S. Hem
katil profesör hem de maktul doçentle bir ilişki yaşamış olabilir, olmayabilir
de. Bu erkeklerden fi tarihinde kürtaj parası istemiş olabilir de olmayabilir
de, bütün bunları yaşarken mutlu bir evlilik sürdürmüş olabilir de, olmayabilir
de.
Bunların hiçbiri konumuzla alakalı değil. Konumuzla alakalı olmaması bir
yana, bilgi edinme hakkımızın dahilinde detaylar değil. Ortada cinayet işleyen, işlediği cinayeti
saplantı malzemesi yaptığı kadınla ilişkilendiren ve en nihayetinde de kadını da kendi
suçuna ortak etmeye çalışan bir kimya profesörü erkek var. Ve diğer tarafta da hayatları
ortalara saçılan ve herkes tarafından damgalanan kadınlar…
Bütün bunlar
kabak gibi ortadayken halen “önceki ifadesiyle çelişen şeyler söyledi, demek ki
ilişkileri varmış, demek ki her ikisini de idare ediyormuş, demek ki vs vs”
hikayelerini sorgusuz sayfanıza taşımanız, çalışma hayatını tüm kadınlar için daha tedirgin edici, daha korkutucu bir yer hale getirmekten
başka hiçbir şeye yaramaz.
Asuman S. her
neyle itham ediliyorsa bir an önce soruşturma dışında bırakılmalı, dosya
kendisi için kapatılmalı. Bu kadını derhal rahat bırakın.
Son bir hafta
içinde hayatını yeterince mahvettiniz.
5 Haziran 2014 Perşembe
İdeal TAKVİM erkeği: Çapkın ve Muhafazakar
Görmüşsünüzdür, TAKVİM gazetesi ana sayfasından:
Fatoş Şen
İçinde cinsiyetçilik, ırkçılık barındıran "Çok
Çirkin Hareket". Haberin neresinden başlansa, elde kalan yanı var. Vize
kaldırılan iki ülkeye gitmeye değer sadece "güzel kızları" olarak
gösterilmesi. Hangi erkeğin, neden sevinç çığlığı attığı da ayrıca merak
konusu.
Dillerdeki Fıkra ise, son dönemde sıkça
karşılaştığımız Suriyeli mülteci kadınların fuhuşa zorlanması haberlerinin
doğruluğunu kanıtlar nitelikte. Yaşlı babasına sığınmacılar arasından
"Kadın Bakmak" savaşta en çok kaybedenin kadınlar olduğunun bir diğer
göstergesi.
Farkettiyseniz, muhafazakar merkez sağ hükümetin en
asparagas şakşakçılarından olan bu gazete tuhaf bir ideal erkek muhabbeti ve
ideal cinsiyetçi duruş oluşturmaya başlıyor. TAKVİM'in yeryüzündeki hiçbir
kadından korkusu yok, ırkçılıksa ırkçılık, zorla evlendirme espirileriyse gırla,
muhafazakar ahlakçılıksa o da var ve elbette hepsiyle harmanlanmış tam sayfa
çapkınlık hikayeleri. İdeal TAKVİM erkeği: çirkef, çapkın, muhafazakar.
28 Mayıs 2014 Çarşamba
90'lar mı dediniz?
Tamam evet biz
elimizde beklettik. Bir okurumuz bize bunu göndereli tam bir ay olmuş, ve biz yazana
kadar dizi yayından kalkmış bile. Medya takip tanrıları başımıza taşlar
yağdırsın, hatalıyız.
Tamam mı,
affettirdik mi kendimizi? Hemen geçelim öyleyse içeriğine.
ATV’nin merhum
Dizisi “90’lar”dan bahsediyoruz. Pek
çoğumuzun gençliğinin çocukluğunun geçtiği doksanlı yılları aile seksenli
anlatan bir çeşit komedi. Bizim ilgimizi çeken tarafı ise elbette yaptığı su götürmez
cinsiyetçilik.
Dizi
eleşireceğimiz bölümün ardından yayından kalkmış fakat pek üzülmedik. Set emekçisi arkadaşlarımıza ise geçmiş
olsun, darısı daha az cinsiyetçilik barındıran yapımlara diyoruz.
Nerede
cinsiyetçilik. Şurada cinsiyetçilik:
Dizide ana
karakterlerden Özlem’e görücü gelecektir. Fakat Özlem bir başkasına aşıktır.
Bunun üzerine Özlem’in yakın arkadaşı Aysel bir plan yapar. Bu plana göre Özlem
görücü olarak gelen çocukla buluşacaktır. Ve fakat istenmeyen erkeği görücü
fikrinden caydırmak için bu buluşma esnasında sürekli Özlem’in eski sevgilileri
ile de buluşacaklar. İstenmeyen erkek karşısında beliren eski sevgililer
enflasyonu karşısında hayrete düşecek, karşısındaki genç kadının yeterince
“iffetli” olmadığı sonucuna varacak ve olay mahalinden hızla uzaklaşacak falan
filan.
Bu dizideki
kadınlara verilen mesaj şudur:
Evlenmeden önce başka erkeklerle gezip tozarsanız evlenilecek kadın olma
statünüz ortadan kalkar. Bu teklifin de
ana karakterimizin yakın arkadaşı olan başka bir kadından gelmesi ayrıca
manidardır.
Dizinin tam hakkını yemeden önce, Meltem
Oral’ın aklımızda kalmış bir yorumunu aktaralım:
“Bazen kadınlar etraflarındaki ahlakçılıktan,
tacizci erkeklerden, istenmeyen durumların içinde kendilerini bulmaktan o kadar
bıkmış usanmış oluyorlar ki, en özgürlükçü ve cinsiyetçilik karşıtı olanlarımız
bile durumun içinden sıyrılmak için çareyi kadın özgürlüğü savunusundan geri
adım atmak anlamına geldiğini bildiğimiz savunmalarda bulabiliyoruz. ‘Hayır
hayır demektir’den anlamayan ısrarcı erkeklere karşı: “ama benim erkek
arkadaşım var” demek zorunda kalıyoruz “Başka bir işim var kusura bakma” vesaire demek
zorunda kalıyoruz.”
Meltem haklı. Cinsiyetçilik karşıtı mücadele
kolektif bir çabayı gerektiriyor, ve kadınların kendilerini içinde buldukları
gündelik her ahlakçı, görücü usulü, ısrarcı romantik an karşısında bireysel olarak politik doğrucu bir çıkış yapmaya güçleri yetmeyebiliyor. Bu
doğru.
Ama 90’lar senaryo ekibinin, ve ATV’nin, burada
yaptığı şey “kızlar, evet çok fazla erkekle birlikte olduğunuz bahanesine
başvurmak zorunda kalmanız çok berbat bir durum” demekten çok uzak. Gayet de “çok
fazla ilişki az evlilik şansıdır, bunu herkes bilir” raconu kesiliyor ve bu
racon karikatürize edilmiş bir “hafif kadın” orta oyunu ile bize yutturulmaya
çalışılıyor. Konuyu dikkatimize getiren Öykü Gül yememiş bu numarayı. Biz de
yemiyoruz…
26 Mayıs 2014 Pazartesi
Arcayürek'ler, "kıçlar" ve "başlar"
İslamofobik erkekleri yazmaktan biz yorulduk kendileri yorulmadı.
Cumhuriyet gazetesinin yılmaz vatan bekçisi Cüneyt Arcayürek, bu haftaki yazısında geçtiğimiz hafta içinde polis tarafından Okmeydanı'nda öldürülen Uğur Kurt'un cinayeti üzerinden hükümete yüklenirken araya bir de şunu sıkıştırmış:
"Oysa [Başbakan] etrafına bir baksa... Sayesinde birden aşırı lüks içinde yaşayan öyle çok gruplar ve pahalı marka satan dükkânlardan çıkmayan, başı örtülü kıçları dar elbiseleri içinde kıvrak öyle Müslüman kızlar görecek ki... "
Arcayürek tabi ki Başbakan'ı eleştirmiyor burada. İçinde bir sebepten kalmış bir takım İslamofobik ve cinsiyetçi fikirleri kusuyor sadece. Bu türden ahkam kesmelerin cinsiyetçilikle ilişkisi nedir nerededir diye merak eden var ise şu ve şu yazılarımıza bakabilirler. Bu yüzden yazıyı fazla uzatmadan sadece şunu belirtmekle yetinelim:
Centilmen bir salon beyefendisi olan Arcayürek başörtülü genç kadınları betimlerken kullandığı "kıçları dar elbiseler içinde kıvrak" sözünü başörtülü olmayan kadınlar için ediyor mu? Modernci terbiyesi buna izin veriyor mu? "Kıç", "g*t", "popo", "meme", "kuku", "pipi" sayıklamalarını herhangi bir kadına karşı bu kadar rahat söyleyebiliyor mu? Tabi ki söyleyemiyor. Haftasonu gezmelerine çıktığında yanından geçen kadınlara "Hanımefendi kıçınıza elbise çok dar gelmiş, benden söylemesi" diyebiliyor mu? Tabi ki diyemiyor.
Peki bu sözleri başörtülü kadınlar için sarfetmenin kabul edilebilir bir şey olduğuna dair cürreti nereden buluyor? Çünkü mankafa bir İslamofob da ondan. Bu yüzden bazı kadınlara karşı "çağdaş medeniyet seviyesini hazmetmiş bir centilmen", bazı kadınlara da ağzını bozacak kadar cinsiyetçi olmakta hiçbir beis görmüyor.
Arcayürek'in sabuklamalarını spota taşımasını bilip altına da "....Başbakanı'ı eleştirdi" yazan T24'e de 10 üzerinden 11 cinsiyetçilik puanı!
Aklısıra sansasyon... geçiniz arkadaşım... geçiniz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)